ALANYA ULTRA TRAIL

Geçtiğimiz hafta sonu ALANYA ULTRA TRAIL MARATON’a 28k’lik Keykubat Dağ Koşusu etabına katıldım. Sabah 8.45 gibi start alanındaydım. Muhteşem deniz manzarası heyecanımı daha da katlamıştı. Yarış daha ilk etapta tırmanışla başladı. 270 m’lik tırmanışın ardından 2,5 km’lik kısa koşu sonrası asıl tırmanış başlamıştı. Oldukça eğimli dik yamaçta yaklaşık 1170 m tek sıra halinde tırmanırken güneş de iyice kendini göstermişti. Yarışmacılar birer birer yavaşlayıp kısa kısa dinlenmeler halinde devam ederken yaklaşık 7,5 km kadar süren bu tırmanışı neredeyse hiç dinlenmeden ve zorlanmadan yarışmacıları birer ikişer geçerek tamamladım. Açıkçası motivasyonum tavan yapmıştı. Nabzım da gayet iyiydi. Kendimi dünyanın en dayanıklı insanı gibi hissediyordum. Bu beklentimin üzerinde bir performanstı. Ara sıra arkamı dönüp adeta ayaklarımın altına serilen Alanya’yı hayranlıkla izliyordum. Sonra nihayet tepede tam da ihtiyacım olan mis gibi limon, tuz ve soda ile bekleyen 2. checkpoint’e vardım.

Checkpoint gittikçe kalabalıklaşmaya başladı. Herkes bir şeyler yiyeceği ve suyunu tazeleyebileceği için mutluydu. Daha fazla oyalanmadan tekrar yola koyuldum. Amacım son kalan küçük tırmanışı da hızlı bir şekilde tamamladıktan sonra inişte arayı iyice açmaktı. Yarışı iyi bir sürede bitirecek gibiydim. Özellikle de sert olmayan patika inişlerde koşabildiğim kadar koştum. Ama sert yamaçlardaki inişlerde işler hiç de istediğim gibi gitmedi. Tırmanırken arkamdan vuran güneş artık yüzüme yüzüme parlıyordu. Hava sıcaklığı da iyice artmıştı. Yorgunluk da artık kendini iyice hissettirmeye başlamıştı. Dik ve taşlı inişlerde koşarken çok fazla tedirgindim. Ayaklarım kayıyordu, yeri kavrayamıyordum. Bacaklarımın stabilizasyonu iyice zayıfladı. Her hızlanmak istediğimde dengem bozuldu, sol ayak bileğimi sayabildiğim kadarıyla tam 5 kere burktum. Halihazırdaki diz kapağı problemim de adeta ben de buradayım diye bağırmaya başlamıştı. Başım inanılmaz ağrıyordu. Bu esnada herkes tırmanışın acısını çıkarırcasına inişte hızını almış takır takır koşarken vücudum beni durdurmak için elinden geleni yapmaya kararlıydı. Tabi tüm bu durumlar motivasyonumu ister istemez biraz olumsuz etkiledi. 

Ama oradaydım. Doğanın ortasında, keçilerle, eşeklerle, kaplumbağa ve kırkayaklarla burun buruna. Kafamı nereye çevirsem doğanın mucizesine tanık oluyordum. Olmak istediğim yerdeydim. Yarışa başlarkenki hedefim parkuru sağsağlim tamamlamaktı. Kendime bunu hatırlattım ve bu noktadan sonra vücudumu ekstra zorlayacak herhangi bir şey yapmadım.
Tam da bu aşamada önümde daha 2,5 km’lik kum zemin, 160 m’lik tırmanış, 225 m’lik sert bir iniş vardı. Son tırmanışta hatırladığım kadarıyla 5-6 kişi görev alıyordu. Her sorduğumda son 1k kaldığını belirttiler. Bu durum bitişe son 3k kala zamanımı istediğim gibi ayarlayamamama sebep oldu. 

Parkurda stabil bir kısım neredeyse yoktu. Oldukça sert ve teknik bir parkurdu. Son olarak hayatımın en uzun mesafesi olan 28 kilometrelik bu sert parkuru cut off’a 4 dk kafa atarak 6 sa 4 dk’da tamamladım. 

Ekibimizden sevgili arkadaşlarım Fulya ve Oswald da zorlu 48k’lik Taurus Dağ Maratonu etabında yarıştılar.  Oswald ile checkpointte karşılaşmamız güzel bir tesadüf oldu. Fulya ise 3. checkpoint’e belirlenen cut off süresinden geç ulaştığı için bitiş çizgisine araçla ulaşmak durumunda kaldı. Deniz ise ta İstanbul’dan bize destek olmak için Alanya’ya gelmişti. Bu üç güzel insan beni sabırsızlıkla bekledi ve büyük bir coşkuyla karşıladılar. “Özde harikasın!” diye bağırıp kocaman sarıldılar ❤️ O anda bütün yorgunluğumu unuttum, son anda gelen uçuş iptalinde ise yine yardımıma muhteşem Fulya ve dünya tatlısı Duman Ailesi yetişti. 

Harika manzaralar içerisinde kendimle olan hesaplaşmalar, güzel dostlar, hoş sohbetler eşliğinde bu yıl Antalya’daki 3. yarışım olan Alanya Ultra macerası da sona erdi. Koşu yarışından çok dayanıklılık testi gibiydi ama iyi ki de oradaydım. Yarış boyunca “Parkuru bu kadar zorlaştırmanın ne gereği vardı! Bir daha gelmem!” deyip durdum ama bitirdiğimde kendimi harika hissediyordum. Daha iyi hazırlanıp buraya kesin tekrar geleceğim. Yazımı sonlandırırken organizasyonda emeği geçen ve destek olan herkese, özellikle de checkpoint ve diğer noktalarda görev alan güler yüzlü arkadaşlara teşekkürlerimi iletmek isterim. 

Bir sonraki yarışta görüşmek üzere! 🙋🏻‍♀️


ULTRA GÜZEL!

Manavgat Ultra/Oymapınar Dağ Etabı 37K: Ultra Güzel!

Son dakikacılığımın ve tabiki Erdal’ın gazının bana verdiği yetkiye dayanarak üç gün öncesinden Manavgat Ultra’ya gitmeye karar verdim. Ne de olsa Antalya’daydım ve patika yarışı bir saat uzağıma, resmen ayağıma kadar gelmişken koşmamak içime sinmeyecekti. Daha önce dört beş yarı maraton koşmuştum lakin hiç patika deneyimim yoktu. Parkuru inceledikten sonra kendi kendimi yükselttim ve Seleukeia Antik Kenti’ne dek 12 kilometre koşmanın beni doyurmayacağına kanaat getirerek 37 kilometrelik Oymapınar Dağ Etabı’na kaydımı yaptırdım. Böylece cahil cesaretinin sözlük anlamında kendimi güzelce bulmuş oldum.

Yol yarışları öncesi yaptığım kahvaltıya kıyasla daha sıkı bir kahvaltı yaptıktan sonra Manavgat Şelalesi’ndeki başlangıç çizgisinde Oğuzhan’la buluştum, saatler 07.30a yaklaşıyordu.

En hızlısından bir başlangıç fotoğrafı aldık.

Organizasyon harikaydı! Başlangıç çizgisinde caz müzik yapan müzisyen arkadaş, kelimenin tam anlamıyla “tek kişilik dev orkestra” idi ve sayesinde sabah soğuğunun yavaştan kırıldığını hissediyorduk. 12K Seleukeia Patika Etabı’nda koşacak olan arkadaşlarımız 08.30da start alacaklarından hala oteldelerdi. Onlarla kısa bir telefon konuşması yaptıktan ve “bol şans”larını aldıktan sonra yarışa hazırdık. Her yarışta olduğu gibi, başlangıç geri sayımıyla birlikte tüm koşucular titreşmeye başladık ve neredeyse yarım saat kadar da epey kalabalık bir ekiple koştuk. Parkur asfaltta başladığından heyecandan hızımı alamıyor ve tempoyu artırdıkça artırıyordum, neyse ki Oğuzhan beni bir nebze sakinleştirebiliyordu. Hal böyle olunca ben tabiki çok geçmeden yavaşladım ve Oğuzhan’ı azat ettim, böylece yarışı birlikte koşma planımız suya düşmüş oldu.

Başlangıç kilometrelerinde, ben ve sarılı abinin fotoğrafa müdahalesiyle ile etkisiz hale getirilmiş Oğuzhan :((((((

Patika yarışı tecrübem hiç yok ama bir parkur ancak bu kadar sulak olabilirdi. 29uncu kilometreye dek tek bir kuru noktaya basmadık herhalde. Ayaklarımı ıslanmaktan ve kirlenmekten korumaya çalışsam da dördüncü kilometrenin sonuna gelirken sağ dizime dek çamura battım ve böylece daha fazla kıvranmaktan erkenden kurtulmuş oldum. Sonrası mı? Sonrası iyilik güzellik. Bolca tek sıra halinde koşulan keçi patikası, sekiz on kadar irili ufaklı su geçişi, çamur deryaları, iflah kesen sonu gelmez in çıklar… İlk başta keçi patikalarına ve çamurlara biraz çekimser yaklaşsam da parkurda ilerledikçe birbirimize aşina olduk. Bir noktadan sonra bir de baktım ki keçi arkadaşlarla aşık atar gibi güle oynaya koşturuyorum. Bir görünüp bir kaybolan manzaralara, yollara daldıkça bir şımardım bir şımardım ki sormayın gitsin. Aman doya doya gördüklerimi içime çekeyim diye fotoğraflamaya bile pek zaman bulamadım. Yine de bu kadar şımarınca, çok sevdiğim Çıralı’da yazları koştururken dinlediğim “Chimera” listemi açmadan da duramadım. Sol bacağımda yine bir tendinit sızısı hissetsem de (ki son bir yıldır bundan muzdaribim) ironik bir şekilde “ain’t nothing gonna break-a my stride a a a” derken keyifler yerine geldi.

Ardından Honky Tonk Womenlar I Get Aroundlar falan geldi derken 25inci kilometreye yaklaşırken şarjım bitmek üzereydi ve Strava kaydımı burada noktalamak durumunda kaldım. Başlayalı 3 saat kadar olmuştu. Her ne kadar parkurun hiçbir alakası olmasa da, yarış öncesinde Ayvad Bendi’ni baz alarak koyduğum 4.5 saat hedefine ulaşabilecek gibiydim. Tabii Oymapınar Köyü’yle birlikte gelen asfalt yolları hesaba katmamıştım…

Patikaları tüketip asfalta ve arnavut taşlı köy yollarına çıkınca işler değişti. 29uncu kilometreden sonra hiç koşamadım diyebilirim. Yarışın karma zeminine dikkat etmediğimden görece sert tabanlı bir patika ayakkabısı giymiştim. Sulu toprakta seke seke koşmaya alışınca da zemin değişikliği bende beton etkisi yarattı. Her ne kadar arkamdan gelip beni ara ara peşlerine takan birkaç abiyle kısa kısa koşar gibi yapsam da yarışın geri kalanını tempolu yürüyerek tamamladım. Bu esnada da “battı balık yan gider” diyerek şarjımın son demleriyle sağı solu fotoğrafladım. Bitiş çizgisine son iki kilometre kala, Oymapınar Barajı’na asfalttan tırmanmaya başlayınca ise işi iyice takılmacaya vurup çantamda ne var ne yoksa yemeye başlayarak kendimce bir “asfalt pikniği” yaptım. Bitişten önceki kısa tünelin ağzında canım ekibim beni bekliyordu, yaklaşırken hep bir ağızdan bağrışarak karşıladılar. Gülüştük. Ayşegül’le bitiş çizgisine dek koştuktan sonra ona kocaman sarıldım ve 6 saat 7 dakikalık yarış süremle 6 saat 30 dakikalık zaman sınırına (cut off) kafa atmış olmanın haklı gururuyla gidip sıcacık çorbamı içtim. Tanışlarla yarış sonu şakaları komiklikleri yapıldıktan sonra “sıcak duuuuş” nidalarıyla otele doğru yola çıktık.

Madalyalar alındı, ekip tamam!

Organizasyona gelirsek…

Sayılı sponsor desteğine rağmen çok iyi yönetilmiş bir organizasyondu. İşaretlemeler öyle sık yapılmıştı ki kaybolmak neredeyse imkansızdı. Parkur zaten şahane ayarlanmış; dar patikalı, tarlalı bahçeli, bol manzaralıydı. İstasyonlardaki sıvı ve besin desteği ortalamanın üstünde çeşitlendirilmişti ki ben Akdeniz yöresindeki yarışlarda hep böyle bir beklenti içinde oluyorum. Parkur üzerindeki motorlu/motorsuz görevli arkadaşların güler yüzü, ilgisi ve desteği çok içtendi. Kısacası “Organizatörün ve organizasyon ekibinin ellerine, emeğine sağlık!”tan başka diyecek bir şeyim yok. Bir aksilik olmazsa, tüm o asfalta rağmen, seneye yine soluğu Manavgat Ultra’da alacağım gibi görünüyor.

Göğüs numarasına da şöyle bir yükselti grafiği koyulmuş. Numarayı karnınızın üzerine iğnelediğinizde yükseltiyi kabataslak takip edebiliyorsunuz. Şahane!

Acemiden ufak tefek notlar:

– Jel vb. kimyasal kullanımını kendimce desteklemediğim için yanıma bir minik tüp tahin pekmez, bir avuç çiğ fındık ve bir uzun parça da orcik (cevizli sucuk) almayı tercih ettim. Bunun dışında yanıma aldığım dört adet tahıllı enerji barına ihtiyaç duymadım, keza istasyonlarda yeteri kadar meyve yemiştim.

– Baton taşımaya gerek olmadığını düşünüyorum. Kendi adıma, batona yalnızca bir iki uzun çıkışta ihtiyaç duydum. Doğa ana sağolsun; her yer zaten boy boy, sağlamca ağaç dalı doluydu.

– Su geçişlerinde ayaklarımı ıslatmayayım diye kullanmak üzere yanıma battal boy çöp poşetlerinden almıştım lakin suyun debisi buna pek de izin vermedi. Böyle lüzumsuz atraksiyonlara hiç girmeden şap şup ıslanarak geçmenizi tavsiye ederim.

– Patika neredeyse son 8 kilometre boyunca yerini asfalta ve arnavut taşlarına bıraktığından ayakkabı seçimine dikkat edilmeli. Ben buna dikkat etmeme gafletinde bulunup bu karma zeminli yarışa pek de uygun olmayan, sert tabanlı bir ayakkabı kullandığım için ayak tabanlarım çok ağrıdı ve dizlerime fazlaca yük bindirdim. Bir dahaki sefere tercihim daha hafif ve orta sertlikte taban yapısına sahip bir ayakkabı olacak. 

– Hava tahminlerine dayanarak yağmur bekliyorduk fakat yağmadı. Yağmurluğu yarış boyu çantamda taşıdım fakat bir uzun kollu termal koşucu içliği üstüne giydiğim en sevdiğim RUNDAMENTAL tişörtü (rek lam lar!) ile koştum. Güneş sonradan yüzünü gösterse de parkurun çoğu gölgede geçtiğinden içliği çıkarma ihtiyacı duymadım. Yine aynı sebepten şapka ve güneş gözlüğü de taşımadım. Pişman değilim, yine olsa yine yaparım.

– Koşu tişörtlerinizin üstünüze tam oturmasından hoşlanıyorsanız, yarış tişörtü bedeninizi kendi bedeninizden bir küçük girmeniz iyi olabilir. Kadın tişörtlerinin kalıbı hafif büyükçeydi.

– Yarış; 0 ila 300 metre rakım arasında geçtiğinden ve toplam yükseklik kazanımı +970 metre olduğundan patika yarışlarına giriş yapmak adına tercih edilesi bir parkur.

Tüm bunların dışında…

çok eğlendim! Kendi vücudumu biraz daha iyi tanıdım, varlığından haberdar olmadığım kaslarımın acısını duydum ve vücudumun hangi fiziksel etkenlere karşı nasıl tepkiler verdiğini tecrübelemiş oldum. Manzaralarla bol bol görsel ziyafet çektim ve hep imrenerek takip ettiğim, ilham aldığım, saygı duyduğum abi ablalarımla aynı çamurlarda koşma fırsatı yakaladım.

Benden bu kadar! Sizi de birazcık şımartabildiysem gelin seneye birlikte koşalım.

Ayrıca ekibimizden Asu Çetin’in Manavgat Ultra Maratonu’na özel Vlog’unu izleyebilirsin.


ADANA KURTULUŞ YARI MARATONU

Yarışa ismini veren “Kurtuluş” kelimesini kısa tarihi bilgilerle açmak gerekirse. Birinci dünya savaşı sonrası Fransız askerlerinin Adana ve çevresini işgal etmesinin ardından, Aralık 1921’de Adana’ya giren Türk askerlerinin 5 Ocak 1922’de bu bölgeyi işgalden tamamen temizlenmesinin yıl dönümüdür. Çeşitli etkinliklerle kutlanan bu olay, son 8 yıldır Ocak ayının ilk pazarına denk gelen gün Kurtuluş Yarı Maratonu adı altında koşu yarışına da ev sahipliği ediyor.

Ülke çapında gerçekleşen koşulara bakıldığında hava koşulları sebebiyle nispeten boş geçen Kasım ve Aralık ayından sonra Adana tarih açısından sezonu açmak için mükemmel bir fırsat veriyor koşuseverlere. Özellikle parkurun az eğimli olması bu konuda da ilk yarı maratonunu koşacaklar için oldukça cazip. Yarışta sadece yarı maraton seçeneği bulunuyor.

RUNDAMENTAL ile bu yıl 3. kez katılacağımız Adana Kurtuluş Yarı Maratonu’na ekibimizden çok talep olmasının önemli bir sebebi, Adana Büyükşehir Belediyesi’nin şehirde geçirdiğimiz birkaç günlük süre boyunca sağladığı kolaylıklar ve sıcak ev sahipliğinden başka bir şey değil. Her yıl daha Ocak ayına aylar varken, çeşitli havayolu kampanyalarının yaptığı indirim ile Adana biletleri alınıp yarış tarihi bekleniyor. Önceki yıllarda neler yaptık merak edenler:

#RDMBorajetleAdana (2017)

No Instagram Account selected!

#RDMAdana (2018)

    Load More

    Ocak ayında Adana’daki elverişli hava koşullarının yanında bizi motive eden diğer küçük bir detay(?) ise Adana’daki lezzet durakları ki yazının büyük kısmını da bu öneriler oluşturacak :

    Kaburgacı Yaşar Usta

    Kaburga kebap mangalda cızırdayan pirzolayı çağrıştırsa da pek alakası yok. İçinde ne olduğu belli olmayan kıymayla değil; kuzu kaburga etinden ve yağ katkısı olmadan hazırlanan, geniş ağızlı krom şişlerde geniş yayılıp, alttan ince şişlerle desteklenerek pişirilen bir kebap. Pişirirken dökülen hafif tuz haricinde hiç bir baharat kullanılmaması da katıksız bir kuzu deneyimi yaşatıyor.

    Levent Börekçilik

    Son 1-2 yılda ülke çapında Adana böreği mekanları bir bir açılıyorsa bunun sebebi sanayi mahallesinde bulunan, erken saatlerde insanların sıraya girdiği, onlarca tepsinin saatler içinde tükendiği bir yerden bahsediyorum. Levent Börekçilik uçaktan inip otele gitmeden elinde bavullarla uğranası bir lezzet.

    Federal Coffee

    Üçüncü nesil kahvecinin Adana’da ne işi var demeyin, ülkedeki en eski örneklerinden biri Federal. Yediğiniz kebapları sindirip nefes almak için ideal bir mekan.

    Yeşil Kapı

    Alternatif yerler arayanlara tavsiye sebebim tamamen lezzeti. İçeri girerken mutfağına dikkatli bakmamanızda fayda var ancak mezeleri ve eti muazzam. Adana sakinleri tarafından da taksici, otel, yerel halk tavsiyelerinde ilk üçte daima burası var.

    Kazım Büfe

    Burayı anlatmaya gerek yok, muzlu sütüyle efsane haline dönüşmüş durumda Kazım Büfe, mesele Adana’da bulunduğunuz sürece kaç kez uğrayacağız. Bir kişiye 1 litre muzlu süt servis ediliyor ve yine de yetmiyor.

    Doğan Kaymaklı Kadayıf

    Adana’daki tatlı duraklarımızda kesinlikle bir numarada yer alıyor. Görüntü olarak ağır gözükse de, ilk tabaktan sonra ikinciye gözünüz gidiyor. Kendinizi kafanızda İstanbul’a nasıl olur da götürürüm planları dönerken buluyorsunuz.

    Ciğerci Mehmet

    Tarihi Adana saat kulesinin hemen altında, tarihi çarşıda ruhu olan bir atmosferde hizmet veriyor. Öncelikle konumu itibariyle beş puanı hakediyor. Mehmet Usta’nın mezeleri de özellikle çok başarılı, salatayı da önünüzde taze olarak hazırlıyor. Etleri konusunda da çok iddialı, 24 saat açık, günün her öğününde değerlendirebilirsiniz.

    Boğalar Terzi Malzemesi

    Sadece #RDMAdana söz konusu olduğunda bahsinin mutlaka geçmesi gereken bir mekandır. Eski çarşı içinde, Büyük Saatin yanında yer alan ve kuruluşu çok eski yıllara uzanan Boğalar Terzi Malzemeleri, 2017 ziyaretimizde bize şehrin gördüğü belki de ilk Shake out koşusu sebebiyle ev sahipliği yapmıştı. İçerisi şekerci dükkanı gibi rengarenk olan mekanda buram buram nostalji kokarken, hemen karşısında yer alan Yeni Uğur gerçek anlamda şeker gibi kokan, tatlıya doyabileceğiniz bir şekerlemecidir.

    Yeni Uğur

    Fazla söze gerek yok envai çeşit cezerye, lokum, helva arasından Ballı Fıstıklı OSCAR ve Ballı MADONNA favorimiz. UYARI: Hediye için İstanbul’a arkadaşlarınıza götüreceğiniz paketleri de siz yiyeceksiniz 🙂


    230K TEAM RELAY: BİZİM EFSANEMİZ!

    Hikayemizi her şeyin en başından alalım. Yaklaşık 3 sene kadar önce “zayıflayayım diye” bir fitness salonuna yazılmışım, her antrenmandan önce ısınmak için bir koşu bandına çıkıp ter dökmeye uğraşıyorum. Gel zaman git zaman fark ediyorum ki antrenman süreleri kısalmaya başlamış, koşu bandından inmek bilmiyorum. Kısa süre sonra çoğu koşu severin uğrak noktası olan Maçka Parkı’nı turlamaya başlıyorum. Derken yollar genişliyor, mesafeler uzuyor, adımlar hızlanıyor, bir kere rüzgar saçları sallamaya başladığında ayağın bastığı hemen hemen her yerin aslında bir koşu parkuru olduğu bilinci iyiden iyiye ele geçirmeye başlıyor beni.

    Benim fikrimce koşu, “çok yalnız” bir spor branşı. Bu sebeple amatör bir şekilde koşu yaşamının sürdürülebilmesi için koşma eyleminin içinin koşucu kişi tarafından doldurulması gerektiğine inanırım. Ben; çoğu zaman kendimi anlamak, düşünmeye zaman ayırırken durağanlık içinde kaybolmamak, vücudumu bir yerden sonra algılayamadığım yolların akışına bırakırken zihnimin de bilmediğim yerlerine açılmak için koştum. Kimi zaman kızamadıklarıma, bir türlü içinden çıkamadığım durumlara, hatalarıma ve ironik bir şekilde tam da aynı anda hatalarımdan uzaklara, gülüp geçemediklerime; kimi zaman da içimi içime sığdıramayışlarıma, yerimde duramayışlarıma kendi kendime özel bir kutlama yapıyormuşumcasına koştum. Kısacası, koşmak benim bireyselliğimin eyleme dökülmüş haliydi ve bunun aksini, bu eylemi yan yana koşmanın ötesinde bir paylaşıma taşıyabileceğimi hiç düşünmemiştim. Ta ki bu yarışa dek.

    Fotoğraf: HALE AKAR

    230K Team Relay -geçen seneki adıyla Run of Legends (RoL)-, “senin efsanen” sloganıyla, bu sene yine Alaçatı’da, 22 Eylül günü 08.00de başlayıp, 23 saatlik cut-off süresine tabi olarak, 23 Eylül sabahında yeni günü getiren ışıklar karanlıktan ısırıklar almaya hazırlanırken sona erdi. İçinde bulunduğumuz ekonomik döneme bağlı olarak bazı sponsorların geri çekilmesinden ötürü, yarışa çok kısa bir zaman kala, yarışın formatında birtakım değişiklikler yapılmıştı. Yeni formata göre: her koşucuya toplamda 40 kilometre civarında pay düşecek; parkur içindeki konumunu önceden tam olarak bilmediğimiz CPlerden (Check Point) oraya ulaşmış olunduğuna dair bileklikler, parkur sonunda teslim edilmek üzere alınacak; başlangıç ve bitiş noktaları aynı olan dört farklı parkur, her takımın koşucuları tarafından takım içi belirli bir sıra takip edilerek koşulacaktı. İlk parkurda yükselerek eteklerdeki rüzgar güllerinin gözünden mavilikleri görürken ikinci parkurda artık güneşin iyice kızdırdığı asfaltta tatlı tatlı eğim aldıktan sonra dönüş yolunda Alaçatı Port’la merhabalaşacaktık. 6.5 kilometrelik üçüncü parkur, diğer parkurlara kıyasla oldukça kısa olduğundan “yarışın en hızlı parkuru” olacak ve bir bölümünde akşam serinliğindeki Ilıca sahilinin dalgaları tarafından karşılanacaktık. Dördüncü ve son parkurda ise önce şöyle bir Alaçatı’dan uzaklaşacak, sonrasında ise tam da “Herkes de buradaymış!” dedirtecek kalabalığın arasına dalarak kah geçe kalmış bir yemeği yemeye kah cumartesi gecesi eğlencesine çıkmış anlam veremeyen bakışların hedefi olarak koşturacak, yorgunluk ve uykusuzluğumuzun zirvesinde artık akıl almaz bir hasret duyacağımızı tahmin ettiğimiz bitiş çizgisine varacaktık.

    Yarıştan bir önceki gece katıldığımız teknik toplantıya dek bu konseptte bir yarış hepimiz için çok havada kalmaktaydı. Toplantı öncesi tanıdık yüzler selamlandı, ertesi sabahın hemen hemen ilk ışıklarını takiben yollara dökülecek olan 11 takımdan 66 koşucunun ve organizasyonda gönüllü olarak yer alacak olan arkadaşların heyecanının yükselttikçe yükselttiği atmosferde bir yığın yarış öncesi fotoğrafı çekildi. Teknik toplantı sonrası, yaz mevsiminin de araya girmesiyle antrenmanların büyük çoğunluğunu ayrı şehirlerde yapmış olan ekibimle, yarış öncesi mideleri bozmamaya gayret eden tatlı bir telaş içinde, bir yandan bir şeyler atıştırırken diğer yandan da aslında gerçekliğe ne kadar uyacağını kestiremediğimiz ufak tefek taktikler belirliyor, birbirimize tavsiyeler veriyorduk. Sonunda heyecanımızı içimizde bir yerde uyutmaya çalışıp yataklarımıza döndük ve aynı gün içinde yaptığımız yolculukların etkisiyle bir göz açıp kapamaya denk gelmiş gibi hissettiren uykulara daldık.

    Yarış sabahı bir şeyler hafif bir şeyler atıştırıp -yarış süresince konakladığımız yerlere uğramamız kurallar gereğince yasaklandığından- kıyafetlerden ilaçlara, yiyeceklerden uyku tulumlarına değin neyimiz var neyimiz yoksa yanımıza alarak başlangıç noktası olan otele geçtik ve yarış boyu takımların dinlenme alanı olarak ayrılmış olan otel bahçesinde biz de yerimizi aldık. Takım fotoğraflarının çekimini takip eden 3 kilometrelik toplu koşunun ardından ilk koşucularımızı inanılmaz bir enerjiyle başlangıç çizgisinden uğurladık. İşte bu noktadan sonra önümüzdeki koca bir gün boyunca artık bu yarıştan başka bir şey düşünemeyeceğimiz bir ruh haline bürünmüştük ve bundan henüz haberimiz bile yoktu.

    Yarış sabahı, takım fotoğrafları çekiminden.
    Soldan Sağa: Sarp (3. koşucu), Ayşegül (5. koşucu), Baran (6. koşucu), Işıl (4. koşucu), Semih (1. koşucu) ve ben (2. koşucu).
    Fotoğraf: MAHMUT CİNCİ

    Yarıştan bağımsız olarak; ayrı ayrı hepimizin belirli bir seviyenin üzerinde koşu geçmişi, kendine göre iyi bir antrenman düzeni ve koşu seviyesi vardı. Peki ya bir ekip olarak nasıl bir performans sergileyecektik? Hiçbirimizin açıkça dillendirmemiş olduğu bu soruyla kafamızda dolanan tilkileri yok saymaya çalışırken aslında epey iyi gittiğimizi fark ettik fakat yarış ağlarını bizim için biraz erken örmeye başlamıştı.

    Henüz yeni başlamış olmanın hevesiyle ilk parkurda yükselirken.
    Fotoğraf: MAHMUT CİNCİ

    İlk parkurun bir kısmının patikavari bir alandan geçmesi, henüz parkurdaki yönlendirme işaretlerine adapte olamayışımız, başlangıcın yarattığı heyecanı dikkatimizi tam olarak parkur üzerine toparlayacak kadar bastıramamış olmamız gibi sebeplerden ötürü farklı ekiplerden sayıca azımsanamayacak kadar çok koşucu parkuru kaybederek yanlış yönlere koştu. Bu duruma bağlı olarak zaman kaybına uğrayan ekiplerden biri de bizdik. Açık konuşmak gerekirse, bu kaybın ve parkur dışına çıkmaktan ötürü koşulan fazla kilometrelerin ekibi mental olarak oldukça yoracağını sanıyordum fakat durum hiç de öyle olmadı. Birimiz parkurda ter dökerken bu esnada dinlenme alanında kalanlar olarak takım sürelerinin an be an yazıldığı kara tahta başına geçiyor ve dakikalar üzerinde üçün beşin lafını yaparak bundan böyle en iyimizi nasıl ortaya koyacağımızı tartışıyorduk. Yarışın azizliğine bu kadar erken uğramış olmamızın bizi daha sıkı bir ekip yaptığını düşündüğüm dahi oldu.

    Baran ve Sarp, ilk parkur sonrası “hoca da 100 100 verse” hesapları yaparken.
    Fotoğraf: HALE AKAR

    Gün içerisinde, henüz hava sıcak ve heveslerimiz tazecikken her şey yolunda gibi görünüyordu. Parkurlara güle oynaya çıkıyor, bayrağı bir sonraki ekip arkadaşımıza devrettikten sonra yeniden iş başa düşünceye dek keyfimize bakıyorduk. Özellikle geçen sene de yarışmış olan ekip arkadaşımız Baran, havuza girerek yaptığımız soğumaların ve havuz kenarında da olsa duş alabiliyor oluşumuzun önceki yarışın imkan verdiklerine kıyasla epey lüks kaldığını söylüyordu. Tabii, günün tamamen akşama dönmesi ikinci parkurun son koşucusu olan Baran’a denk geldiğinde, onun da düşünceleri oldukça değişmişti. Havanın soğuması ve alttan alttan insanın içine işleyen sinsi rüzgarın esiyor oluşuyla hem havuz hem de duş artık birer seçenek olmaktan çıkmıştı. Ekipte yavaş yavaş bacak ağrıları ve alışkın olunmayan besin takviyelerinin etkisiyle mide problemleri baş göstermeye başlamıştı. Parkurdan her gelen ekip arkadaşımız için ekibimizden biri uyku tulumu hazırlıyor; diğeri sanki kendisi ağrılar içinde değilmiş gibi canla başla masaj yapıyor; öbürü ise arkadaşımızın gereken su, atıştırmalık ve besin takviye ihtiyacını karşılamaya çabalıyordu. Artık bir tören neşesinde bayrağı devretmek bir yana dursun, parkura çıkacak olanımız binbir güçlükle uyuklamakta olduğu yerden doğruluyordu. Üçüncü parkurda koşma sırası bana yaklaşırken hafiften çiğ düşmüş uyku tulumumun içinde kendimi iyice tulumun dibine ittirip ağlamamaya çalıştığımı hatırlıyorum. Madalyonun diğer yüzünü görmeye başlamıştık ve kalkıp başlangıç çizgisinde yerimi almam gerekiyordu. Bacaklarım ısrarla yapamayacağımı söylüyordu ve bir yandan da ben lavaboda öğürürken başımda bekleyip beni güzelce silkeleyen Ayşegül’e iyi görünmeye çabalıyordum. Semih’in sırayı devretmek üzere elini kaldırarak bana doğru hızla geldiğini görene dek hareket edemeyeceğim sandım ve sonra çıkıp “en hızlı parkurumu” koştum.

    Son parkuru hayal meyal hatırlıyorum. Yanımdaki uyku tulumu bir dolup bir boşalıyordu. Üçüncü parkur çok hızlı tamamlandığından bekleme sürem neredeyse yarıya inmişti ve diğer tüm ekip arkadaşlarım gibi yeterince dinlenemediğim aşikardı. Saat 19.00dan itibaren hava karardığından ve parkurların tamamı trafiğe açık olduğundan, her ekip başına bir araç görevlendirilmişti ve güvenlik sebebiyle parkurdaki koşucuyu yakın bir mesafeden takip ediyordu. Tüm günün yorgunluğu aracın farlarının da etkisiyle birleşince kendimi ortasında bulduğum iyice uyuşmuş bir bilinçle Alaçatı’nın merkezinde koşuyordum. Koşu formum diye bir şey artık kalmamıştı, yollardaki insanların ve ara ara geçen organizasyon gönüllülerinin coşkulu desteğiyle bir daha geçmek zorunda olmayacağım bitiş çizgisine varmıştım. Hissettiğim, şimdiye dek yaşadığım en güçlü psikolojik tatminlerden biriydi.

    Son parkuru da Sarp’a devrediyorum, beni karşılamak için Ayşegül (solda) bekliyor. Bitiş çizgisinden son geçişim.
    Fotoğraf: SEVDA KAPLAN

    Dönüp hemen uyku tulumuna girdim ve sonrasında Baran’ı karşılayarak “kendi efsanemizin” sonuna tanık olmak istememe rağmen orada öylece sızmışım.

    Yarış sonrası teker teker birbirimize sarılarak tebrikler yağdırmışız, rol yapmamıza hiç gerek kalmadan “ayakta uyuyanlar” fotoğrafı çekiliyoruz.

    Yarışı teknik açıdan ele almak gerekirse… İlk parkur haricinde ciddi bir tırmanış ve toprak yol yoktu. Parkurlar düzgün asfalt ve yer yer hafif eğimli olduğundan orta halli bir yol koşusu ayakkabısının yeterli olacağını düşünüyorum. Koşucu gözünden bakıldığında; yüksek nabzın etkisiyle kafa karışıklığına yol açabilecek birkaç nokta dışında, işaretlemeler oldukça yerinde ve özenle yapılmıştı. Kalabalık bir yol yarışında olduğu gibi parkurların bariyerlerle net bir şekilde ayrılmasının mümkün olmaması ve parkurun tamamlanması için CPlerdeki bilekliklerin alınmasının yeterli olmasından ötürü koşucuların parkur mesafeleri ufak tefek değişiklikler gösterdi. Lakin yarışın tamamlanma süresi 18 saat ila 23 saat arasında değiştiğinden fazlaca koşulan metreler çoğu zaman anlamlı bir fark yaratmadı. Sıcaklık ise gündüz 27 dereceyi görürken gece en serin 20 derece ile karşılaştık. Sıcaklıklar ekstrem seviyelerde olmamasına rağmen terli bir şekilde açık havada beklemek durumunda oluşumuz, özellikle güneş battıktan sonraki saatlerde zor anlar yaşattı. Diğer bir yandan, yarış sonunda herkes eşit mesafe koşmuş olacağından takım içi koşucuların sırasının önemli olmadığı düşünülebilir fakat aslında son sıralarda koşmak yarışı görece zorlaştırıyor. Yarış günü en geç 07.00 sularında otelde olunması gerektiğini, takımların 5. ve 6. koşucularının ise ilk parkurlarına en iyi ihtimalle öğle vaktini takiben çıktıklarını göz önüne alalım. Bu durumda bu koşucuların, yarışa ilk sıralarda başlamış olan ekip arkadaşlarına nazaran hem bekleme süreleri uzun olacak hem de buna bağlı olarak son parkurlarını daha geç koşacaklardır. Dolayısıyla kendi ekibim adına, Ayşegül ve Baran’ın nispeten daha yüksek bir yorulma payını göğüslediklerini düşünüyorum.

    Vakit öğleye doğru… Baran hala ilk parkurunu koşamamış ve kendini oyalamak için uyumaya çalışıyor. Semih ilk koşusundan döneli çok olmamış.
    Fotoğraf: HALE AKAR

    Yarış tarihinden çok zaman önce yarış formatının gerektirdiği mental ve fiziksel hazırlığımın olmadığını düşündüğümden ve antrenmanlarıma uzun süredir ara verdiğimden yarışa katılmama kararı almıştım. Yarışa az bir zaman kala ise Pınar’ın kararımı tekrar sorgulatmasıyla ekipte yerimi aldım. Şimdi diyorum ki iyiki Pınar yine sormuş ve iyiki kararsızlığıma rağmen bu benzersiz tecrübeyi yaşama fırsatını kendime tanıdım. Ekibin en antrenmansız üyesi olarak sakatlanmamış olmama hala şaşmakla birlikte ekibimi yarı yolda bırakmak zorunda kalmadığım için de ayrı bir mutluluk yaşıyorum. Altının nasıl da bire eşit olabileceğini gördüğüm bu yarışta; şartlar çetinleşmeye başladığında takımlar arası sınırların gitgide silikleşmesini, parkurdan taze dönmüş koşucuların kendi takımları dışındaki koşuculara uzun uzadıya parkur detaylarını anlatmalarını, heyecanla tüyolarını paylaşmalarını izlemek bu süreç boyunca en keyif aldığım zamanlardan oldu. Yarış öncesinde ve esnasında yaşanan irili ufaklı tüm aksiliklere rağmen süreci çok iyi yöneten, gerçekleştirmekten vazgeçmedikleri bu hayal sayesinde koşu yolculuğumuza unutamayacağımız anılar eklememizi sağlayan bu güzel serüvenin mimarları, sevgili koşu koçları Beste Önal ve Mehmet Çetin’e; aynı zamanda organizasyonun böyle sorunsuz ilerlemesinde büyük katkıları olan, belki bizler kadar çok koşturan yarış gönüllülerine ekibim adına çok teşekkür ediyorum. Yarış süresince yiyeceklerimizi ta İstanbullardan paketleyip gönderen, yetmez gibi giymeyip giydiren kıyafet sponsorumuz Pınar’a; çektiği fotoğraflar ve daha neler neler yaparak ortaya koyduğu dijital emeklerle yarışa haftalar kala bizi yarış atmosferine sokan Umuthan’a; bizi yalnız bırakmayıp takıma kaptanlık ettiği ve sahip çıktığı için ekibimizin en tecrübeli koşucularından Necdet’e; uzakta olmalarına rağmen telefonlarla bizleri destekleyen ve yarış boyu takip eden, bizimle kaygılanıp bizimle heyecanlanan kocaman Rundamental ailesine bizi yalnız bırakmadıkları için ama en çok da yarışı benim için böylesine keyifli ve içten kılan ekip arkadaşlarım Semih, Sarp, Işıl, Ayşegül ve Baran’a teşekkür ederim! Yarışta gösterdikleri inanılmaz performanslarla sırasıyla ilk üçe yerleşen Asım Çetin Koşu Gücü, Bacakta Ne Varsa ve Alikev Runners’ı ayrı tutmakla birlikte; bu atmosferin oluşmasında bizim de payımız olsun diyerek farklı farklı şehirlerden kalkıp gelen, aynı yollarda koşturduğumuz No Reason Co, Runformance, Run 2 Rock, Beat Run Crew 1, Beat Run Crew 2, Marathonist ve Tairun ekiplerini de çok tebrik ediyorum. Yarışın tadı bacaklardan hala silinmemişken seneye yazılacak yeni hikayeleri şimdiden merakla bekliyor, son olarak da bu senenin efsanelerinin fotoğrafını da aşağıya bırakıyorum!


    GATHER UP FOR RUN & FUN “PENTHOUSE”


    RDMxTHEODORA


    BİZİMKİ BİRAZ TUZLU OLSUN LÜTFEN!

    Pınar, “hadi” dediği anda ilk kayıt olanlardan biriyim muhtemelen, bir yıldır bekliyordum sonuçta bu yarışı. Tabi kayıt olduğumuzda hava o kadar sıcak değildi ve yarış yaklaştıkça kendimi tuzun üzerinde çıtırdayarak pişerken görmeye başladım ve günde en az 10 kere gitmemeye karar verdim.

    Çünkü:

    1-Çok uzaktı, sadece tek yon en az 10 saat yol gidecektik.

    2-Aşırı bir sıcak bizi bekliyordu, öyle ki emojimiz alevdi Tuz Gölü ile ilgili. Koşarken, eğlenirken, uyurken o sıcakta nasıl olacaktı?

    3-Otel yok! Çadırda kalacağız! Daha önce hiç deneyimlemediğim KIL ÇADIR’da?! 20 kişi ile ayni anda, açık bir çadırda uyumaya çalışmayı düşünmek kabus olmaya başlamıştı. Ya sivrisinekler, böcekler, akrepler?

    4-Duşlar, tuvaletler, su, yiyecek?

    5-Kamp bölgesi ve yarış rotası yarıştan 4 gün önce Valilik kararıyla değiştirildi, yeni rota da yeterince ‘tuzlu’ muydu? Bu değişimin bizim deneyimimize etkisi ne olurdu?

    Kafamda bu sorularla, kendimi motive etmeye yöneldim. Önce ekibimizden Yoga eğitmenimiz Asuman Çetin’le olumlamalar yaptık beraber, dedik ki, harika bir ekiple yolculuk yapacağız, sağlıklıyız, yapabiliyor, gidebiliyorken, gidelim, en fazla ne kadar zorlayıcı olabilir? Sonuçta bunun için 1 yıl beklemiştim. Kesin kararımı Perşembe sabah (yolculuktan bir gün önce) verdim…

    Cuma günü: (yarıştan bir gün önce)

    Uyku tulumu, mat ve sıcak – soğuk havalar için kıyafetlerimi, ve 3 gün içinde bozulmayacak türdeki yiyecekleri attım çantaya, sabah 6da çıktık yola. Hepimiz her zamanki gibi oldukça enerjik, neşeli ve heyecanlıydık. Yolculuk, molalar vererek gitmemize rağmen, oldukça hızlı geçti ama 100 mil start`indan 2 dakika sonra varabildik. Giriş yolu büyük otobüs için biraz engebeliydi.

    İlk olarak çantalarımızı kocaman ve püfür püfür esen çadırlarımıza koyduk, tuvalet banyo kontrolü (tertemiz, bakımlı, sıcak su da var-oh be!) sonra kitleri almaya! Çok rahat şekilde onu da hallettik, tanıdık yüzlerle selamlaştık ve kendimizi ertesi günkü yarış heyecanına teslim ettik.

    (Bence bireysel çadır taşımak ve onu kurmakla uğraşmak gereksiz, bu büyük çadırlar oldukça rahattı, yüksek olduğundan içinde rahatça giyinebiliyorsun, hava da aldığından uyku çok rahat. Ama bireysel çadırı da tercih edenler çoktu.)

    Kamp bölgesi toprak alan, 1km gibi ileride beyaz Tuz Gölü kısmı başlıyor, bazı koşucular bu bolumu test etmek için koşuya çıktılar, bizse Kanlı Dolunay’ı izlemeye karanlık bir köşeye yerleştik minderlerle. İlk gece için fazlasıyla güzeldi.

    Yarış sabahı:

    Wow! Tuvalet kuyrukları. Yarışta sonsuz beyazlıkta olur da bir ‘problem’ olursa ‘halledemeyiz’ korkusuyla herkes tuvalet sırasındaydı. 5er tuvalet yeterli olmadı tabi ve uzun sure bekledik, bu ısınma ve yarış öncesi bir durup nefes alma suremden alsa da, umursamadım çünkü zaten oldukça yavaş bir yarış hedefliyordum.

    Yarış:

    RDM Girls olarak 10 km kadar beraber gittik, dans ettik, fotoğraf çektik, çok eğlendik. 11. Km’deki checkpoint’te sadece su olacağı söylenmişti ama meyveler de vardı, ben sadece şöyle bir bakıp devam ettim, çantamda taşıdığım elekrolitli 1lt su fazlasıyla yeterli oldu. Hava sıfır nem ve bazen bulutluydu, bu tüm korkularımdan sonra bir rüya gibiydi. Daha iyisi olamaz diye düşünerek gülümseyerek koştum. İstanbul’a (nemli ortama) kıyasla neredeyse hiç terlemedim ama su ihtiyacımı daha çok hissettim. Parkur ise: İlk 1.5km toprak, 6-8 km boyunca 10 cm kadar su, bazı yerlerde (işaretlenmiş) çukurlar, bunun dışında sonsuz beyazlık…

    Yarış sonrası da konusunca gördük ki, birçok kişi ayni şeyi yaşamış, 15km den sonra biraz motivasyonum düştü: 11e gidene kadar dönenlere selam vermek vs. derken zaman çok çabuk geçti ama 15lerde koşucu sayısı iyice azaldı, neredeyse yalnız koştum bir sure. Ama asil sebep ileride kamp alanını (finish’i) görmeye başlamak ama ne kadar koşsan da bir turlu yaklaşamamak. Koşu bandında koşmak gibi bu bölüm ve bu yarışın “challenge”i bu. (Geçen sene sıcak çok etkiliymiş, bu sene için konuşuyorum sadece). Bu noktada bence başka koşucularla konuşarak koşmak keyifli, ben öyle yaptım, beni biraz yavaşlattı bu ama hedefim her anin tadını çıkarmak, saati, pace’i umursamamak ve sağlıklı bitirmek olduğundan, önemsemedim ve çok güçlü ve mutlu bitirdim.

    Cumartesi gecesi: 100 mil koşucularını karşıladık, karanlıkta birbirimizi görmeden onlarla koştuk ve onlarla yemek yedik. ‘İyi ki anlari’mdan biri.

    Bahsedilmesi gereken diğer noktalar:

    Organizasyon 7/24 (en azından uyanık olduğum her an) su, çay, kahve temin etti ücretsiz olarak. Bazen duşlardaki su bitti ama her daim etrafta problemleri iletebilecek birileri vardı ve hemen çözüme ulaşmaya çalıştılar.

    Sivrisinek veya böcek yoktu.

    Her yarışta çok eğleniyoruz, ama Tuz Gölü için bir 365 gün daha beklemekte zorlanıyorum şimdiden, hepimiz halen biraz tuzlu biraz da o rüyanın içindeyiz.


    YARIŞ YAKLAŞIYOR!

    Büyük güne hazırlanmanıza yardımcı olacak bazı basit ama etkili tüyolar vermek istiyoruz.

    Öncelikle size kısaca kendimizi tanıtmamıza izin verin. Biz, spor yaralanmaları ve spor bilimleri alanında tecrübeli fizyoterapistlerden oluşan PT_ACADEMY ekibiyiz. PT_ACADEMY ekibi, pek çok farklı branşta Milli Takım deneyimi olan uzman spor fizyoterapistlerinden oluşur. Sahada ve klinikte elit ve amatör atletlerle uzun yıllar çalışmış olan bu ekip; spor yaralanmalarının önlenmesi için risk analizi yapmak, koruyucu ve bireysel egzersiz programları çıkarmak, yaralanma durumlarında ise hızlı bir tedavi ile sporcuyu eski performansına döndürmek konularında tecrübelidir.

    Garmin Run Fire Salt Lake Ultra Trail bazılarınızın belki de ilk yarışı olacak. Sizlerden yarış öncesi ve sonrası dikkat etmeniz gereken önerilerimize kulak vermenizi isteriz. Bu önerileri uygulamanız hem sizi yaralanmalardan koruyacak, hem de performansınızı olumlu yönde etkileyecek.

    Yarış öncesi yapacağınız iyi bir ‘ısınma’ sizi yarışa hazır hale getirecektir. Isınma; hızlı yürüyüş, yavaş koşu veya tüm vücudu içerisine alan squat-şınav vb egzersizler ile 5-10 dakika içerisinde vücut ısınızı yükseltecek aktivitelerden oluşmalıdır.

    İyi bir ısınma sonrası, vücut ısınızın yükseldiğini hissettiyseniz şimdi yavaş hızlarda germe egzersizleri yapabilirsiniz. Bu egzersizler dinamik ve kısa süreli olmalıdır. Germe egzersizlerini yaparken vücut ısınızı düşürmemeniz ve aşırı zorlamamanız gerekir.

    Özellikle calflar, kalça çevresi, iliotibial bant ve omurganızı esnetmeyi unutmayın. Koşu sporunda en sık görülen yaralanmalar, aşil tendon yaralanması, ön diz ağrısı, IT bant sendromu, bel ağrısı ve ayak tabanı problemleri (plantar fasiit)dir. Bu yaralanmaların nedeni sıklıkla aşırı yüklenme, koşu mekaniğinin bozukluğu ve kas-iskelet sistemi rahatsızlıkları olabilir. Problemin ne olduğunu tespit edip önlem aldığınız taktirde yaralanmaların önüne geçebilirsiniz.

    Yarış öncesi veya sonrası; ağrı, kas gerginliği/seyirmesi, eklem hareket kısıtlılığı gibi kas-iskelet sistemine ait problemleriniz olduğunu düşünüyorsanız veya herhangi bir ağrınız olmasa bile hızlı bir rejenerasyon/recovery uygulaması için PT_ACADEMY ekibinden profesyonel destek alabilirsiniz.

    Uzun mesafe koşularında sıvı kaybı ve elektrolit dengesinin bozulmaması için dikkat etmeniz gereken beslenme önerilerimizi de dinlemenizi isteriz. Yarış öncesinde, yarış sırasında ve sonrasında sıvı alımını ihmal etmemelisiniz.. Bunun için özellikle sulukları önde olan sırt çantalarından kullanıp 15-20 dakikada bir, birkaç yudum su içebilirsiniz. Özellikle yarışa bir hafta kala, yarış günü ve yarış sonrası hızlıca toparlanabilmek için doğru beslenebilmek çok önem arz ediyor. Yarış esnasında ise yeni bir şey denemek yerine antrenmanda pratik yapılmalıdır. Yarış esnasında beslenme alışkanlığınıza göre, besin olarak sıvı ya da yarı sıvı karbonhidratlar kullanabilir, ekmek, tahıl barları gibi ev yapımı yavaş karbonhidratlar ve beslenme uzamanınızın önerdiği supplementlerden de kullanabilirsiniz. Sindirim kapasitenize bağlı olarak her 2-3 saatte bir tuzlu ve tatlının kombinasyonu olan küçük öğünler alabilirsiniz. Hazımsızlığı azaltmak ve yemeklerin emilimini arttırmak için besinleri iyi çiğnemelisiniz.

    PT_ACADEMY ekibi bu yarışta sizinle birlikte sahada olmasa da, son tembihlerimizi unutmayın ve yarışı tamamladıktan sonra mutlaka hafif tempolu bir aktivite ile soğuma yapın, sonrasında ise 20-30 sn bekleyerek 2-3 tekrar statik germelerinizi yapmayı unutmayın, bu sizin daha hızlı toparlanmanızı sağlayacaktır.

    Hadi şimdi gidin eğlenin ve görelim sizi.
    PT_ACADEMY


    BUGÜN BAYRAM

    Her yıl olduğu gibi bu yıl da dans gösterileri, şiir okuma performanslarıyla geçirdiğimiz 23 Nisan sabahlarına özlem duysak da bu yıl çok sevdiğimiz bir etkinlikle geçirdiğimiz bir bayram sabahı eski bayram sabahları hasretimizi söndürdü.

    Çünkü biz bu bayram Barış Manço’nun tavsiyesine uyup erken kalktık ve en sevdiğimiz giysilerimizi yani koşu kıyafetlerimizi giyip, çocukların daha iyi şartlarda yaşayabilmeleri için ellerimizde UNICEF’in bayraklarıyla çocuklar için koştuk.

    YAŞASIN OKULUMUZ!

    Bazılarımızın okul hayatı biteli epey olmasına rağmen insan öğrenmeye istekli olduğu sürece eğitim hayatı hiçbir zaman bitmez.

    Bizim eğitim yuvamızın adı RUNDAMENTAL grubundan başka bir yer değil ve biz burada aynı anaokulunda, ilkokulda oyuncaklarımızı, kalemlerimizi paylaşır gibi mutluluğumuzu, dertlerimizi paylaşıyoruz ve biz biliyoruz ki bizim RUNDAMENTAL’dan diploma almamıza daha çok uzun zaman var çünkü birbirimizden öğrenecek çok şeyimiz, paylaşacak çok derdimiz ve bize bu dertlerimizi unutturacak yaşayacak çok mutluluğumuz var.

    GÖSTERİ ZAMANI

    Bugün büyük bir gösteri zamanıydı. Bizler aynı okulda gerçekleşecek dans etkinliği için aylar önceden çalışmalara başlayan çocuklar gibi, aylardır hatta yıllardır gerçekleşen düzenli koşu antrenmanlarımızla bugün Bebek-Ortaköy rotasında okul zamanlarımızdakinden çok daha büyük bir seyirci kitlesinin önünde  23 Nisan gösterimizi gerçekleştirdik.

    ZAMANSIZ ALKIŞ

    Gösterimizin okul zamanı gerçekleşen gösterilerden bir farkı vardı. Alkışlamak için gösterinin bitmesine gerek yoktu. Koşuyu diğer sporlardan ayıran biraz da bu, kimse birbirinin rekor kırmasını veya gol atmasını beklemiyor. Koşu yarışlarında yarış başlangıcından bitimine kadar alkışlar hiç susmadığı gibi 23 Nisan koşumuzda da yoğun alkış ve tezahüratlarla adeta bir yarış havasındaydık.

    SAVAŞLA YARIŞ!

    Koşumuzda ilk 3’e kürsü derecesi ve çip olmadığı için sizlere bir yarış diye adlandırılacak olması biraz tuhaf gelecektir fakat 23 Nisan koşumuz bizim savaşlara, silahlara karşı yarıştan başka bir şey değildir.

    Bizim bu yarışta silahlara, bombalara karşı büyük bir avantajımız vardı. Bombalar düştüğü yere savaş götürürken, orada şarapnellerini bırakıp hareketsiz kalırlar. Fakat biz barış koşucuları savaşın olduğu yere barışı götürürken etrafa bırakacağımız tek şey zeytin dallarıdır. Biz bu yolda asla hareketsiz kalmayız çünkü koşu sporunun doğasında durmamak vardır. Bizler bu yarışta savaşı tamamen ortadan kaldırana kadar koşu sayesinde kazandığımız tüm kondisyonumuzu uğrunda harcarcasına yarışacağız.

    KÜRSÜ ÖDÜLLERİ

    Bizler bu 23 Nisan’daki galibiyetimizi 3 kürsülük yere sığamayacak kadar çok kişi sayesinde kazandığımızdan ve barış havasıyla beraber başladığımız koşuyu, yine bir barış havasıyla beraber bitirdiğimizden dolayı biz kürsü ödüllerini böyle güzel bir etkinliğe ev sahipliği yaptığı için RUNDAMENTAL`a ve birleştiriciliğine inandığımız için koşu sporuna vermeyi doğru bulduk.

    BÜTÜN ALKIŞLAR RUNDAMENTAL’A

    Saatlerce oltasına balık takılmamış amcanın, bugünün 23 Nisan sabahı olduğunu dahi unutmuş amcalarımızım, teyzelerimizin eski çocukluk günlerini hatırlayıp yüzlerinde tebessüm oluşmasını sağladığımızdan dolayı koşu bittiğinde biz de kendimizi alkışladık, her birimiz diğer kişileri alkışlıyordu ve bu da tek kapıya çıkıyordu RUNDAMENTAL’a, bütün alkışlar 23 Nisan’da RUNDAMENTAL’aydı. Bizler de alkışlıyorduk çünkü bizler bu grubun yaptıklarını ve yapabileceklerini hayretle izleyen seyircilerden başka bir şey değiliz.

    BARIŞ KOŞUSU!

    1999 depreminin yaşandığı zamanlar gerçekleşecek olan İstanbul Maratonu koşu barış anlamına gelir diye iptal edilmemiş ve koşudan elde edilen gelir depremzedelere bağışlanmıştır.

    Bu yüzden barışı simgeleyen sporu yapan bizler 23 Nisan’da UNICEF’le beraber bu simgeselliği nesnelliğe döküp başta savaş mağduru çocuklar olmak üzere bütün çocuklarımız için, barış için koştuk.

    Savaşların sebepleri çok komplike gibi görünse de hepsinin temelleri para ve iletişim kopukluğundan başka bir şey değildir. Para hayatta başka mutluluk kaynağı olmayan insanların mutlu olmak için şart sandığı bir şeydir. Ülkelerin mutluluk refahını arttırmak için diğer ülkeleri sömürmesi, o ülkenin çocuklarını erken yaşta bombalarla silahlarla tanıştırması, çocukları fotoğraf makinesi görünce silah sanıp korkar hale getirmesi ne büyük bencilliktir. Bütün bu düşüncesiz, bencil hareketlerin sebebi ise iletişim kopukluğudur ve bu bahsettiğimiz insanın kendisiyle yani bedeniyle iletişim kopukluğudur ve koşu başta olmak üzere bütün sporlar insanın zihninin bedeniyle entegre şekilde çalışmasından dolayı daha mantıklı düşünmesine yol açar, empati yeteneğini geliştirir.

    HER ÇOCUĞUN YAŞAMA HAKKI

    Mantıkla düşünen zihinin ilk bileceği şey ise her çocuğun masum olduğu ve yaşama hakkına sahip olduğudur. UNICEF’in rakamlarına göre bugün dünya üzerinde, yaklaşık 1.7 milyonu ülkemizde olmak üzere 28 milyon savaş mağduru çocuk var. Her 4 çocuktan 1`i ise savaş mağduru bir ülkede yetersiz koşullarda çocukluğunu yaşayamıyor.

    Bu nedenlerden dolayı çıktığımız barış yolunda bizlerin sizin alkışlarınıza, tezahüratlarınıza yani yardımınıza ihtiyacımız var. Bizim bu yolda eşlik ettiğimiz UNICEF, savaş mağduru çocukların korunması, sağlıklı koşullara kavuşabilmeleri, eğitime erişebilmeleri ve yeniden çocuk olabilmeleri için dur durak bilmeden çalışıyor.

    Sizler de hangi renkte, hangi vatandaşlıkta olursa olsun, bir çocuğun sadece çocuk olduğuna inanıyorsanız çocuklara yapılan bu haksızlığa sessiz kalmayın!

    Bağışlarınla destek olmak istersen “BAĞIŞ” yazıp, 3005’e göndererek UNICEF’e 10 TL’lik katkıda bulunabilirsin.

    #ÇocukÇocuktur #HerÇocukİçin


    7/24


    LOYAL ENOUGH?


    #RDM2ALTI

    Hepimiz elit atletlerin maratonda 2 saat bariyerini kırmaya çalıştığını biliyoruz. Çoğu amatör koşucunun hayali ise yarı maratonu 2 saatin altında koşabilmek…

    İlk defa yarı maratona kayıt olurken hepimiz neler olacağından ve ne yapacağımızdan tamamen habersizdik. Belki yeteri kadar antrenman yapmamıştık, belki de o bitmeyecek kadar uzun gelen 21K mesafenin altında ezileceğimizi düşünmüştük. Kimimiz hızını ayarlayamadı, kimimiz sadece bir sonraki su istasyonuna varabilmeye çalıştı. Ve gerçekten de neredeyse zorlukla bitişi görebildik. Ama her şeye rağmen o finish çizgisini geçip, bir sonraki yarı maratonda daha iyisini yapabilmenin peşine düştük.

    Biliyoruz ki nefesin daraldıkça ve bacakların yandıkça içindeki kuşku artacak ve beynin yavaşlaman konusunda seni devamlı uyaracak. Duvara çarpacaksın, yürümek isteyeceksin ve “dur bırak artık” sesleri kafanda dönmeye başlayacak. Ancak hissettiğin acı seni hedefinden saptırmaya çalışırken, yanında destek alabileceğin birileri olduğunda imkansız gibi görünen, gerçek olacak.

    Biz koşucular aynı yollardan geçiyoruz. Sadece bir hedefe bile ulaşabilmenin aylar süren, yıldırıcı çalışmalar sonucunda geldiğini çok iyi biliyoruz. Kendine inanmanı sağlayacak desteği bulduğunda, seni korkutan hedeflerin gerçekleşmemesi için hiçbir sebep yok.

    İşte bir sürü uzun mesafe koşucusu için potansiyelini aşabilmek, yarı maratonda 2 saat bariyerini kırmak anlamına geliyor. Her ne kadar koşarken tek başına olsan da, takım olmanın verdiği güç ile sen de bu bariyeri aşabilirsin. Kararlılık ve sabır isteyen bu süreçte RUNDAMENTAL ve koşucuları yanında olmaya hazır!

    1:59:59’a ulaşabileceğin adımlar:

    • Hayalindeki yarı maratonu seç,

    • Düzenli koşularına RUNDAMENTAL ile başla,
    • Pazar uzun koşularını ormanda bizimle tamamla,

    • Puma ve Oktay Güneş koçluğunda yapacağımız hız antrenmanlarına katıl,

    • Oktay Güneş ile hazırladığımız yarı maraton programı veya kendi tercih ettiğin bir program ile hazırlanmaya başla,

    • Yarışlarda birlikte koşabileceğin koşucularla tanış,
    • Deneyimli yarı maraton koşucularımız ile malzeme seçimi, hazırlık dönemi, sakatlıklar, motivasyon ve yarış konularında tecrübelerini paylaş,
    • Soruların için rundamental@gmail.com’a mail at.

    Haydi yarı maraton ilk hedefin
    1:59 için birlikte sınırları zorlayalım!