ÖNCE KADINLAR

Geçenlerde bu sözün ilk çıkış noktasının Fransız Devrimi olduğunu öğrendim. Bu dönem idam edilen mahkumlarda öncelik kadınlara verildiği için bu söz ortaya çıkmış. Fransız Devrimi 1700’lü yıllarda gerçekleşmişti. Aradan yaklaşık 150 sene geçtiğinde ise hepimizin bildiği “We Can Do It” yani “Yapabiliriz” sloganlı bir poster çıkıyor karşımıza. Sonrasında bazı feminist gruplar tarafından kullanılsa da bu posterin Amerika’da kadın işçilerin 2. Dünya Savaşı dönemi çalışmasını ve ekonomiye katkı sağlamasını teşvik etmek için hazırlandığını çoğumuz biliyoruz. İki durumun da ortak noktası her konuda kadını ikinci planda gören patriyarkanın söz konusu kendi çıkarları olduğunda kadınları ön plana atmasıdır.

2. Dünya Savaşından sonra dünyada birçok ülke insan hakları, bireysel özgürlük, eşitlik ve kadın hakları konusunda çok yol katetti, bir sürü gelişme yaşandı. Kadınlar, eğitim, spor, müzik, resim, siyaset gibi hayatın birçok alanında daha çok müdahil olup bir sürü başarı elde etti ve her konuda erkeklerle eşit seviyede başarılı olabileceklerini kanıtladılar. Tabi ki bunların hiçbiri kolay kazanılmadı. Bu başarıları elde eden kadınların her defasında kadın oldukları halde (?) bu işi başarabileceklerini topluma kanıtlamaları gerekti.

Bu haklar sayesinde biz kadınlar bugün bu ülkede hayatın her alanında faaliyet gösterebiliyoruz. Örneğin eğer Katherine Switzer bütün müdahalelere rağmen Boston Maratonu’nda koşmasaydı ve sonrasında kadınların da yarışlara katılımı için mücadele vermeseydi bugün belki de koşu ile hala tanışmamış olurduk. Kadınların rahimlerinin düşeceği, bacaklarının kalınlaşacağı söylentilerine aldırmıyor Switzer ve koşarken güçlü ve özgür hissettiği için inancının peşinden koşuyor. “Bu koşuyu bitirdikten sonra daha iyi bir sporcu olmak için çabalamaya ve başka kadın sporculara da benim yaşadığım güçlülük ve özgürlük duygularını hissetmeleri için öncü olmaya karar verdim” der hatta maraton sonrasında Switzer.

Önümüzdeki günlerde hayat hikayesini izleyeceğimiz Deepika Kumari ise Hindistan’da yokluk içinde büyümesine ve önünde bu konuda örnek temsil edecek hiçbir insan olmamasına rağmen dünyanın 1 numaralı okçusu oluyor ve böylelikle ülkesindeki diğer genç kızlar okçuluk sporuyla ilgilenip bu konuda teşvik oluyor. 

Bütün bu eşitlik mücadelelerinin üzerinden seneler geçti ve bugüne yani bilgiye ulaşımın inanılmaz kolay olduğu teknoloji çağına geldik. Her akşam bir avuç erkek televizyona çıkıp acaba kadınların kazanılmış haklarını şöyle mi kaldırsak, yoksa böyle mi kaldırsak diye tartışıyor. Söylediklerine göre yine bizim adımıza, bize sorma zahmetine bile girmeden, bizim iyiliğimizi düşünüyorlar.

Peki neden bunca sene geçmiş olmasına, bunca ders çıkarılıp gelişme kaydetmemize rağmen hala aynı konuları ısıtıp ısıtıp konuşuyoruz? Bunun sebebi ataerkilliğin hala bitmemesi, aksine emperyalizm ve yeni dünya düzeniyle daha farklı ve karmaşık bir boyuta ulaşmasıdır. Yani bazı muhteşem kadınların kırılma noktası yaratıp bizim için, toplumun devamı için birtakım haklar kazanması yetmiyor maalesef. Geride kalan bizler eğer bizden sonrakilere güzel bir dünya bırakmak istiyorsak kazanılmış haklarımız için sonuna kadar mücadele etmeliyiz ve bize bıraktıkları eşitlik mirasını sonuna kadar savunmalıyız.

Bir kadın olarak ataerkil yaşam şeklini devam ettirmek tek seçeneğimiz değil. Bizler kutusunda saklanması gereken çok değerli bir mücevher ya da erkeğin kaburga kemiği değiliz. Bizler tıpkı erkekler gibi insanız, eşitiz sadece, ne eksik ne de fazla. Ve hayatın her alanında şimdiye kadar vardık ve var olmaya devam edeceğiz.

4 sene önce koşmaya başladığımızda, özellikle şehir koşularındayken sokakta yürüyenler biz kadınların koşmasını çok garipsiyor ve motivasyon düşürücü inanılmaz şeyler söylüyorlardı. Başlarda biraz moralimiz bozulsa da kulak tıkadık yolda söylenenlere. Zaman geçti, çok daha fazla kadın koşmaya başladı, toplum artık koşan kadınlara alıştı. Şimdi geldiğimiz noktada Adana, Antep gibi Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki yarışlarda bile halk bizi tezahuratlarla karşılıyor ve kadınların koşmasından büyük mutluluk duyuyor, bize kimse ucube ya da elmas gibi davranmıyor.

Tıpkı koşuda olduğu gibi hayatın her alanında daha fazla katılım gösterir hemcinslerimizin mücadelelerine elimizden geldiğince destek verirsek bu algıyı kırabileceğimize inanıyorum. Güzel günlere ancak dayanışma ve mücadeleyle ulaşabiliriz.